Organik bileşikler, genellikle canlıların yapısında bulunan ve hepsi mutlaka karbon atomu taşıyan moleküller. Organik moleküllere örnek olarak proteinleri, karbonhidratları, lipidleri ve nükleik asitleri verebiliriz. Ancak, burada bir yanılgıya düşmeyelim, karbon içeren her bileşik organik olmak zorunda değil. Örneğin, yapısında karbon içeren karbonat, bir inorganik molekül.
İnorganik bileşikler ise, sıklıkla karbon taşımayan moleküller. Bunlara örnek olarak da, anyonlar veya katyonlar olarak sınıflandırılan çeşitli iyonik bileşikler ile kovalent bileşikleri verebiliriz.
Bir de, “anorganik bileşikler” var. Bu bileşikler de, canlı organizmaların yapısında bulunan ama karbon atomu taşımayabilen moleküller. Organik moleküllerden farklı olarak karbonat ile de bileşikler meydana getirebiliyorlar. İnorganik moleküllerse karbonat ile bileşikler yapamıyorlar. Anorganik moleküllere örnekler de su, çeşitli asit ve bazlar ile tuzlar.
İnsan vücudunun işlevleri, sıklıkla organik ve anorganik bileşiklere gereksinim duyuyor. İnorganik bileşikleriyse, sentezlemek yerine dışarıdan besinlerle almayı yeğliyoruz. Çoğu kaynakta inorganik bileşik olarak sınıflandırıldığını görebileceğiniz su (H2O), vücutta sentezlenebilen, ya da tepkimelerin yan ürünü olarak ortaya çıkan bir bileşik. Herhangi bir maddenin insan vücudunda (ya da başka bir ortamda) sentezlenememesi, sentez tepkimesi için gereken enzim, katalizör ya da benzeri koşulların bulunmamasından kaynaklanır. Organik moleküllerin senteziyse, oldukça ayrıntılı ve çok uzun bir konu. Her organik molekül, uygun bileşenlerin ve enzimlerin varlığında, farklı şekillerde sentezlenir.