Home Top Ad

Responsive Ads Here

Yirmiüçüncü Lem'a - Tabiat Risalesi

Share:
Yirmiüçüncü Lem'a
Tabiat Risalesi
(Onyedinci Lem'anin Onaltinci
Notasi iken, ehemmiyetine binaen Yirmiüçüncü
Lem'a olmustur. Tabiattan gelen fikr-i küfrîyi
dirilmeyecek bir surette öldürüyor; küfrün temel
tasini zîr ü zeber ediyor.)
ihtar
su notada, Tabiiyyunun münkir
kisminin gittikleri yolun iç yüzü
ne kadar akildan uzak ve ne kadar çirkin ve ne
derece hurafe oldugu, lâakal doksan muhali
tazammun eden dokuz muhal ile beyan edilmis.
Sair risalelerde o muhaller kismen izah
edildiginden; burada gayet muhtasar olmak
haysiyetiyle, bazi basamaklar
tayyedilmistir. Onun için, birdenbire, bu kadar
zahir ve asikâre bir hurafeyi nasil bu
meshur âkil feylesoflar kabul
etmisler, o yolda gidiyorlar, hatira
geliyor. Evet onlar, mesleklerinin iç yüzünü
görememisler. Hem hakikat-i meslekleri ve
mesleklerinin lâzimi ve muktezasi
odur ki; yazilmis herbir muhalin
ucunda beyan edilen o çirkin ve müstekreh ve
gayr-i makul (Hasiye) hülâsa-i
mezhebleri, mesleklerinin lâzimi ve
zarurî muktezasi oldugunu gayet bedihî ve
kat'î bürhanlarla sübhesi olanlara tafsilen
beyan ve isbat etmeye hazirim.


(Hasiye): Bu risalenin sebeb-i te'lifi; gayet
mütecavizane ve gayet çirkin bir tarz ile hakaik-i
imaniyeyi tezyif edip, bozulmus akli
yetismedigi seye hurafe deyip,
dinsizligi tabiata baglayarak, Kur'ana hücum
edilmesidir. O hücum ise, siddetli bir hiddeti
(kalbe) kaleme verdi ki, siddetli ve galiz
tokatlari o mülhidlere ve haktan yüz çeviren
bâtil mezheblilere yedirdi. Yoksa Risale-i
Nur'un meslegi, nezihane ve nazikane ve kavl-i
leyyindir.

su âyet-i kerime, istifham-i inkârî ile
"Cenab-i Hak hakkinda sekk olmaz
ve olmamali" demekle; vücud ve vahdaniyet-i
ilahiye, bedahet derecesinde oldugunu
gösteriyor.
su sirri izahtan evvel bir ihtar:
1338'de Ankara'ya gittim. islâm ordusunun
Yunan'a galebesinden nes'e alan ehl-i
imanin kuvvetli efkâri içinde, gayet
müdhis bir zindika fikri, içine
girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessasane
çalistigini
gördüm. Eyvah dedim, bu ejderha imanin
erkânina ilisecek! O vakit, su
âyet-i kerime bedahet derecesinde vücud ve vahdaniyeti
ifham ettigi cihetle ondan istimdad edip, o
zindikanin
basini dagitacak
derecede Kur'an-i Hakîm'den alinan
kuvvetli bir bürhani, Arabî risalesinde
yazdim. Ankara'da, Yeni Gün Matbaasi'nda
tab'ettirmistim. Fakat maatteessüf Arabî bilen
az ve ehemmiyetle bakanlar da nadir olmakla beraber,
gayet muhtasar ve mücmel bir surette o kuvvetli bürhan
tesirini göstermedi. Maatteessüf, o dinsizlik fikri
hem inkisaf etti, hem kuvvet buldu.
Bilmecburiye, o bürhani Türkçe olarak bir
derece beyan edecegim. O bürhanin
bazi parçalari, bazi risalelerde
tam izah edildiginden; burada icmalen
yazilacaktir. Sair risalelerde
inkisam etmis olan müteaddid bürhanlar,
bu bürhanda kismen ittihad ediyor; herbiri
bunun bir cüz'ü hükmüne geçiyor.
Mukaddime
Ey insan! Bil ki, insanlarin
agzindan çikan ve dinsizligi
ismam eden dehsetli kelimeler var. Ehl-i
iman, bilmeyerek istimal ediyorlar. Mühimlerinden üç
tanesini beyan edecegiz:
Birincisi: "Evcedethü-l esbab" Yani, "esbab bu
sey'i icad ediyor."
ikincisi: "Tesekkele binefsihi" Yani,
"kendi kendine tesekkül ediyor, oluyor,
bitiyor."
Üçüncüsü: "iktezathü-t tabiat" Yani, "tabiîdir,
tabiat iktiza edip icad ediyor."
Evet madem mevcudat var ve inkâr edilmez. Hem her
mevcud san'atli ve hikmetli vücuda geliyor. Hem
madem kadîm degil, yeniden oluyor. Herhalde ey
mülhid! Bu mevcudu, meselâ bu hayvani ya
diyeceksin ki, esbab-i âlem onu icad ediyor;
yani esbabin içtimainda o mevcud vücud
buluyor.. veyahud o kendi kendine tesekkül
ediyor.. veyahud tabiat muktezasi olarak,
tabiatin tesiriyle vücuda geliyor.. veyahud bir
Kadîr-i Zülcelal'in kudretiyle icad edilir. Madem
aklen bu dört yoldan baska yol yoktur, evvelki
üç yol muhal, battal, mümteni', gayr-i kabil
olduklari kat'î isbat edilse; bizzarure ve
bilbedahe dördüncü yol olan tarîk-i vahdaniyet,
seksiz sübhesiz sabit olur.
AMMA BiRiNCi YOL Ki:
Esbab-i âlemin içtimaiyla teskil-i
esya ve vücud-u mahlukattir. Pek çok
muhalatindan yalniz üç tanesini
zikrediyoruz.
BiRiNCiSi: Bir
eczahanede, gayet muhtelif maddelerle dolu, yüzer
kavanoz siseler bulunuyor.
O edviyelerden,
zîhayat bir macun istenildi. Hem hayatdar hârika bir
tiryak onlardan yapilmak îcab etti. Geldik, o
eczahanede, o zîhayat macunun ve hayatdar
tiryakin çoklukla efradini
gördük. O macunlardan herbirisini tedkik ettik.
Görüyoruz ki: O kavanoz siselerden
herbirisinden, bir mizan-i mahsusla, bir iki
dirhem bundan, üç dört dirhem ötekinden, alti
yedi dirhem baskasindan ve hakeza..
muhtelif mikdarlarda eczalar
alinmis. Eger birinden, bir
dirhem ya noksan veya fazla alinsa o macun
zîhayat olamaz, hasiyetini gösteremez. Hem o hayatdar
tiryaki da tedkik ettik. Herbir kavanozdan bir
mizan-i mahsus ile bir madde
alinmis ki, zerre mikdari
noksan veya ziyade olsa, tiryak
hassasini kaybeder. O kavanozlar elliden
ziyade iken, herbirisinden ayri bir mizan ile
alinmis gibi, ayri
ayri mikdarda eczalari
alinmis. Acaba hiçbir cihette
imkân ve ihtimal var mi ki, o
siselerden alinan muhtelif
mikdarlar, siselerin garib bir tesadüf
veya firtinali bir havanin
çarpmasiyla devrilmesinden, herbirisinden
alinan mikdar kadar yalniz o mikdar
aksin, beraber gitsinler ve toplanip o
macunu teskil etsinler? Acaba bundan daha
hurafe, muhal, bâtil birsey var
mi? Esek muzaaf bir eseklige
girse, sonra insan olsa, "Bu fikri kabul etmem" diye
kaçacaktir.
iste bu misal gibi; herbir zîhayat,
elbette zîhayat bir macundur ve herbir nebat, hayatdar
bir tiryak gibidir ki; çok müteaddid eczalardan, çok
muhtelif maddelerden, gayet hassas bir ölçü ile
alinan maddelerden terkib edilmistir.
Eger esbaba, anasira isnad edilse ve "esbab
icad etti" denilse; aynen eczahanedeki macunun,
siselerin devrilmesinden vücud
bulmasi gibi, yüz derece akildan uzak,
muhal ve bâtildir.
Elhasil: su eczahane-i kübra-yi
âlemde, Hakîm-i Ezelî'nin mizan-i kaza ve
kaderiyle alinan mevadd-i hayatiye,
hadsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilim ve
herseye samil bir irade ile vücud
bulabilir. "Kör, sagir, hududsuz, sel gibi
akan küllî anasir ve tabayi' ve esbabin
isidir" diyen bedbaht, "O tiryak-i acib,
kendi kendine siselerin devrilmesinden
çikip olmustur" diyen divane bir
hezeyanci, sarhos bulunan bir ahmaktan
daha ziyade ahmaktir. Evet o küfür; ahmakane,
sarhosane, divanece bir hezeyandir.
iKiNCi MUHAL: Eger
hersey, Vâhid-i Ehad olan Kadîr-i Zülcelal'e
verilmezse, belki esbaba isnad edilse lâzim
gelir ki; âlemin pek çok anasir ve
esbabi, herbir zîhayatin vücudunda
müdahalesi bulunsun. Halbuki sinek gibi bir küçük
mahlukun vücudunda, kemal-i intizam ile gayet hassas
bir mizan ve tamam bir ittifak ile, muhtelif ve
birbirine zid, mübayin esbabin
içtimai, o kadar zahir bir muhaldir ki, sinek
kanadi kadar suuru bulunan, "Bu muhaldir,
olamaz!" diyecektir. Evet bir sinegin küçücük
cismi, kâinatin ekser anasir ve
esbabi ile alâkadardir; belki bir
hülâsasidir. Eger Kadîr-i Ezelî'ye
verilmezse, o esbab-i maddiye onun vücudu
yaninda bizzât hazir bulunmak
lâzim; belki onun küçücük cismine girmek
gerektir. Belki cisminin küçük bir nümunesi olan
gözündeki bir hüceyresine girmeleri îcab ediyor. Çünki
sebeb maddî ise, müsebbebin yaninda ve içinde
bulunmasi lâzim geliyor. su halde,
iki sinegin igne ucu gibi parmaklari
yerlesmeyen o hüceyrecikte erkân-i âlem
ve anasir ve tabayiin, maddeten içinde bulunup,
usta gibi içinde
çalistiklarini kabul
etmek lâzim geliyor.
iste, Sofestaînin en eblehleri dahi,
böyle bir meslekten utaniyorlar.
ÜÇÜNCÜ MUHAL:
¬G¬&!«x²7!ö¬w«2öÅž¬!ö­*­G²M«<ö«žö­G¬&!«x²7«!ökaide-i
mukarreresiyle: "Bir mevcudun vahdeti varsa, elbette
bir vâhidden, bir elden sudûr edebilir." Hususan o
mevcud, gayet mükemmel bir intizam ve hassas bir mizan
içinde ve câmi' bir hayata mazhar ise, bilbedahe
sebeb-i ihtilaf ve kesmekes olan müteaddid
ellerden çikmadigini;
belki gayet Kadîr, Hakîm olan bir tek elden
çiktigini
gösterdigi halde; hadsiz ve camid ve cahil,
mütecaviz, suursuz,
karmakarisiklik içinde,
kör, sagir esbab-i tabiiyenin
karmakarisik ellerine, hadsiz
imkânat yollari içinde ve içtima ve ihtilat
ile, o esbabin körlügü,
sagirligi
ziyadelestigi halde; o muntazam ve mevzun ve
vâhid bir mevcudu onlara isnad etmek, yüz muhali
birden kabul etmek gibi akildan uzaktir.
Haydi bu muhalden kat'-i nazar, esbab-i
maddiyenin elbette tesirleri, mübaseretle ve
temasla olur. Halbuki o esbab-i tabiiyenin
temaslari, zîhayat mevcudlarin
zahirleriyledir. Halbuki görüyoruz ki; o
esbab-i maddiyenin elleri yetismedigi
ve temas edemedikleri o zîhayatin
bâtini, on defa zahirinden daha
muntazam, daha latif, san'atça daha mükemmeldir.
Esbab-i maddiyenin elleri ve âletleriyle hiçbir
cihetle yerlesemedikleri, belki tam zahirine de
temas edemedikleri küçücük zîhayat, küçücük
hayvanciklar, en büyük mahluklardan daha ziyade
san'atça acib, hilkatça bedi' bir surette
olduklari halde, o camid, cahil, kaba, uzak,
büyük ve birbirine zid olan sagir,
kör esbaba isnad etmek, yüz derece kör, bin derece
sagir olmakla olur!..

Hiç yorum yok

NetFikir.Net Size İnternetten En Güvenilir ve En Pratik Bilgileri Sunmak İçin Düzenlenmiş Bir Web Platformudur. İstek, Öneri ve Eleştirilerinizi Hiç Çekinmeden İfade Edebilir, Sizde Sitemizde Yazar Olabilirsiniz. Ücretsiz Sizinde Bir Web Siteniz Olsun! Web Sitenizin Olmasını İstiyorsanız veya NetFikir Ailesine Katılarak Sizde Yazar Olmak İstiyorsanız Bu Alanımızdan Görüşlerinizi Yazarak Bize Ulaştırabilirsiniz. Güzel Yorumlarınızı Bekliyoruz!